8 Mart 2013 Cuma

emekçi kadınlar günü

.





Emma Goldman’ın Evlilik ve Aşka Bakışı... Emma Goldman evlilik ve aşkı üç farklı noktadan yola çıkarak inceler: Toplumsal cinsiyet rolleri, sosyalleşme biçimleri ve gerçek aşkın nasıl olması gerektiği.

Toplumsal cinsiyet rollerini analiz ederken ilk olarak toplum tarafından kadın olmak üzerine yüklenen anlamlardan bahseder. Bu anlamlar çerçevesinde kadınlar, sadece güzel görünmesi gereken, beyefendisine hizmet etmesi gereken, bundan başka hiçbir şey olmasına gerek olmayan, ruhu olmayan, erkeğin kaburgasından yaratılmış olan varlıklardır. Goldman, buradan yola çıkarak evliliğe nasıl anlamlar yüklendiğini inceler. Evlilikten kadını fiziksel ve ekonomik olarak bir koruma altına alması, çocukları koruması beklenir. Bu süreçte erkek de ekonomik meselelerin üstesinden gelmek, evini geçindirebilmek durumundadır. Bu durum evliliği bir ekonomik düzenleme ya da sigorta anlaşması haline getirir. Kadınlar için evlilik özel hayatlarını, öz saygılarını, bütün ömürlerini verdikleri; toplumsal ve bireysel düzeyde bağımlılığa mahkum edildikleri bir anlaşmadır. Erkeklerse bu kısıtlamaları çok daha sınırlı düzeyde yaşarlar. Kadını koruması beklenen bu sigorta anlaşması aslında kadını korunmaya muhtaç ve bağımlı hale getirir. Çocukların korunmasında da oldukça başarısız olduğunu çevremize baktığımızda görmemiz mümkündür. Emma Goldman’a göre ancak özgür aşkların meyvesi olan çocuklar gerçek sevgi ve ilgiye sahip olabilirler. Kadınlar anneliklerini bile özgürce deneyimleyememektedirler. Mevcut düzende kadının anneliği sadece kadın belli bir kalıba uyduğunda onaylanır. Kilise, devlet vb. otorite odaklarının “soy” adı altında kadının köleliğini devam ettirmeye çalışır ve otorite tarafından çizilmiş bu kalıba uymayan annelerin dünyaya getirdiği çocuklar “piç” olarak damgalanır.

Emma Goldman sosyalleşme süreçlerinin kadınları nasıl etkilediğini ve kadınların evliliklerini nasıl deneyimlediğini de inceler. Kadınlar çocukluklarından itibaren en büyük hedefleri evlilik olacak şekilde, onları gelip alacak olan bir adamın ve güzel bir düğünün hayaliyle yetiştirilirler; ancak evliliğin bir parçası olan sekse dair de tamamen cahil bırakılırlar. Kadın en doğal içgüdülerinden biri olan cinselliği onun üzerinde söz sahibi olamadan yaşamak zorunda kalır. Kadının cinselliği, bir adamın gelip kadınla evlenmek istemesi ve kilise ya da devletin bunu onaylaması koşuluna bağlanır. Aynı zamanda aşkın yerini zamanla ekonomik değerler almaya başlar ve kadınlara evleneceği erkeği seçerken ne kadar kazancı olduğuna bakması gerektiği öğretilir. Kadının endüstri arenasına girmeye başlamasıyla kendi yağında kavrulmaya başlayan sınıflarda bu durum biraz ortadan kalkıyor gibi görülebilir. Ancak kadın kendini hep geçici işçi olarak görür ve öyle de görülür. Aklında hep “nasılsa bir gün evleneceğim” fikri vardır. Bu durumun iki farklı sonucu olabilir: Kadın evlenerek bu ücretli kölelikten kurtulmayı umarken çalışmaya devam etmek durumunda kalabilir ve evlenmesi omuzlarına bir de ev işinin binmesine sebep olabilir. Diğer ihtimalde çalışmayı bırakır ve kocasının lütfuyla bir eve kavuşmuş olur. Gidecek başka bir yeri yoktur. Hayatı zamanla düz ve sıkıcı bir hale gelir ve kadın zamanla kararlarında bağımlı, muhakemede başarısız, kavgacı, dırdırcı, erkeklerin yük olarak gördüğü bir insana dönüşür; evlilik onu dönüştürür.

Son olarak da Emma Goldman’ın aşka dair düşüncelerine geliyoruz. Goldman, öncelikle evlilik ve aşkı tamamıyla birbirinden ayırır. Ona göre toplumdaki genel kanının aksine bu iksinin ortak paydaları yoktur. Tesadüf eseri aşkın meyvesi olan evlilikler veya evlilik boyunca devam eden aşklar olabilir. Ancak bu durumun evliliğin mevcut olmasıyla bir ilgisi yoktur. Aşk evlilikte olduğu gibi kilise ve devlet gibi toplumsal kurumların etkisi ve kontrolü altında olamaz, iki kişi arasında olması gereken bir olgudur.


alıntı

Hiç yorum yok: